Abdurrahman KOÇ


NEHİRLER

KONUK YAZAR


NEHİRLER

Nehirler, insandaki atar damarlar gibi yeryüzündeki yaşamın şah damarlarıdır. Denizler de elbette bin bir mahlukun hayat bulduğu büyük bir habitattır ama nehirlerin özellikle insanların hayat döngüsündeki yerini tutamaz.

Dünyanın en büyük nehri olarak kabul edilen Latin Amerika’daki Amazon Nehri,  aynı zamanda Amazon Ormanlarının şah damarıdır ve Dünya’nın akciğerleri olarak kabul edilir.

Batının asırlarca sömürüp, kemirdiği Afrika’nın bereketli delta ve ovalarına da hayat veren Nil Nehri değil de nedir?

Asya’da ise Ganj (kutsal Ganj) verimli Hindistan topraklarının, Sarı Nehir ise Koca Çin Devletinin yaşam kaynaklarıdır.

Yine Dünya’nın belli başlı nehirleri olan Kuzey Amerika’daki Missisipi, “Amerikan rüyasının”  Ren ve Tuna nehirleri de Avrupa’nın bir başka gelişmişlik payandasıdırlar.

Ama bunların içinde iki nehir var ki nerdeyse Ortadoğu’nun kadim tarihine adeta şekil veren ve günümüze kadar süren savaşların bizzat sebebi olan Dicle ve Fırat nehirleridir. Hala içinde döne döne akan ve kıyısında yaşayanlara hayat veren bu iki nehir belki de yeryüzündeki ilk uygarlığın merkezi olmuştular.

Malazgirt’te, Murat nehri, Tutak ilçesinin yönünden ilk olarak Badişan ovasına girince bir elin parmakları gibi açılarak bütün ovaya yayılır.  Patnos’tan gelen Badişan, Karaçoban tarafından gelen Heftrenk Çayları ile birleşip Bulanık Ovasından Muş’a daha geniş bir yatakla akarak bereketli Muş Ovasında Karasu adını alarak Bingöl’e doğru yönelir. Daha sonra Elazığ yakınlarında sanırım Munzur’u da yanına alarak Erzincan’dan gelen Fırat ile birleşerek coşku ile Malatya’ya, oradan da kavis alarak Adıyaman, Urfa ve Suriye’ye doğru akarak yurdumuzu terk eder.

Fakat son yıllarda yapılan bilinçsiz sulamalardan Badişan Çayı yaz ortasında kurumaktadır. Murat Nehri de sanırım diğer kollarıyla yıldan yıla zayıflanmakta ve bu gidişle onarılması zor bir tahribata neden olacak gibi gözüküyor.

Dünya’nın belli başlı nehirleri de daha tehlikeli olan fabrika artıkları ile zehirlenip akarsu olmaktan çıkmak üzereler.  Allah korusun bir gün nehirler kurudu mu hayatın da her alanda kuruduğunu göreceğiz.

Sözlerimi, bir zamanlar hayalimde canlı tuttuğum bir şiirim ile noktalıyorum.

Dicle Nem Olur

Bir yerinden kalkar seceresi

Ne bileyim pek hafızası

El vermez aklımın

Geldiğini bilirim

Kızıl kıyamettir yatağı

Üşür derindir ayakları

Komegena ülkesinde

Akar eşi

Kıyıları kavuşmalar mahşeri

Suçüstü binlerce yıllık

Sevdalıdır her bir çakıl taşı

Örtüşük hasretli çalılıdır

Yanı başında mezar taşları

“mem u zin”

Kavisli dolanır

İçilir

Emilir

Öpülür

Eteklerinden tutulur

Ölünür…ölünür…

Dicle annem olur!

Kollarında ateş ve su

Serin saçları akar yüzünde

Kum ve saçlar

Yosun ve gözler

Hasret ve kavuşmalar

Özlenir

Gidilir

Öpülür

Ellerinden tutulur

Yatağına yatılır

Ölünür…ölünür

Dicle yârim olur!

Yıldızı yüzünde ender görülür

Yakamozu hüzünlüdür sırtı dönük

Zaten akşamları ölüm seğirir

Kül ve kan

İzmarit ve ekmek

Kurşun ve hayat

Bir dünya acı

Tek başına vurulmuş kelekwanı

Kıyısında henüz bir ölüm

Dicle ülkem olur!

“MÜMKÜN” adlı şiir kitabımdan 2006