Abdurrahman KOÇ


ÜLKESİNİ SEVMEK

KONUK YAZAR


ÜLKESİNİ SEVMEK

Ülke sevgisi ilk baş doğayı sevmekle başlar. Yaşadığı yerin toprağından başlayarak,  ovasını, vadisini, yaylasını, bozkırını dolaysıyla ne tür bir coğrafik yörede yaşıyorsa yaşasın oradan başlamalı.

Dünya’nın hangi bölgesinde olursa olsun yanan bir tek ağaç bile olsa bu yangıyı yüreğinde hissetmeli. Bir ağacın değeri kendi değeri ile ölçülmeli bin bir börtü böceğe, havadaki kuştan köklerindeki derinliğinde yaşayan solucanına kadar bir koca yaşamın kaynağı olduğunu düşünerek her bir dala her bir yaprağa eli kolu gibi değer verip, korumalıdır.

Bilimin anlattığına göre bir santim toprak ancak bin yılda oluşmaktadır. Bir ormanın ne kadar bir zamanda oluşabileceğini artık siz düşünün.

Toprak deyip geçmemek gerek ormandan tutun, tüm meyve ve sebzeye, çiçeğinden her tür ota kadar tüm bitkilere kucak açandır. İçinde sadece bitkileri değil bin bir türlü börtü böceği de beslemektedir.

Aşınmış, yok olmuş topraklardan sonra dünyamızın dört bir yanında uzayıp giden çöllerin ne anlattığı en iyi örnek olsa gerek. Bugün yaklaşık sekiz milyarın üzerinde insan, mislince hayvan,  var olan toprakların bereketi sayesinde hayat sürmekteler.

Düşünün bir de mevcut çöller, verimli topraklarla kaplı olsaydı o zaman Dünyadaki bolluk ve bereketin hayatlara nasıl yansıyacağını siz tahmin edin.

Bugün çıplak olan ama bir zamanlar hemen hemen her karışı ormanlarla kaplı olan dağlar da toprağın çölleşmesi gibi bizlere çok şey anlatmaktadır. Ormanlar başka şeye benzemez.  Temiz havanın, yiyeceğin, mobilyadan, kâğıda akla hayale gelmeyen bin bir ihtiyacın kaynağı olması bu farkını ortaya çıkarmaktadır.

Toprak deyince, bir zamanlar Muş, Malazgirt, Bulanık ovalarının bereketli ovalarında buğdaydan, karpuza kadar her tür bitkiye ev sahipliği yapan ve binlerce aileye iyi geçim sağlayan büyük bir zenginlikti.

Ormanın da bu bölgede topraktan aşağı bir yanı yoktu. Bingöl’den başlayarak Muş’tan Norşen’e kadar meşe ağaçları sıra dağları boydan boya kaplamaktaydı.

Bugün ovalardaki topraklar da sıra dağlardaki ormanlar da eski zenginliğinden gittikçe uzaklaşmaktadır. Nüfus artıyor, zenginlik tam tersi azalıyor. Bunun sonu korkarım çok kötü olacak.

Burada insanın aklına doğa sevgisi ve tabii kaynaklardan başka bir şey gelmiyor. Dolaysıyla en büyük yurtseverlik; vatanın doğasına verilen kıymetten başka bir şey değildir ve  gerisi hamasi laf kalabalığından öteye gitmemektedir. Ucuz Donkişot’lukla “vatan, millet, toprak sevdası!” lafla peynir gemisi yürütmenin dışında bir işe yaramıyor. Yurtseverlik nerede olursa olsun yanan her ağacın , aşınan her karış toprağın acısını yüreğinde acı bir yangı hissederek olur ve gerisi boş bir teferruattır! Bu böyle biline.