Turgut Demirel


SENDE Mİ BRÜTÜS!


 SENDE Mİ BRÜTÜS!

Dünyada hiçbir meslek gazetecilik kadar karmaşık değildir. Gazetecilik dünyanın en ilginç ve en çelişkili mesleklerinden biridir. İçinde büyük bir ikilem taşır.

Nedense köşe yazarlığı ve gazetecilik mesleki anlamda hep karıştırılır. Gazetecilik bir meslek dalıdır. Kürsüsü vardır, okulu vardır. Ancak gazetecilikte hiçbir meslekte olmadığı kadar, bu işin okulunu okumayan ama okullu olanı bile beğenmeyen ukala ve kendini beğenmiş tipler maalesef çokça var.

Gazetecinin görevi haber olma özelliği taşıyan konuları okuyucuya tarafsız bir şekilde sunması aslında. Herhangi bir menfaat grubuna bağlı olmadan, yalakalık yapmadan, her fikre saygı duymak, dürüst, önyargılardan uzak ve kişilik haklarına saygılı olmak, gazeteciliğin olmazsa olmaz koşullarından...

Köşe yazarlığı ise tamamen farklı bir konu... Herkes gazeteci olamaz ama eli kalem tutan, yazmayı ve yorum yapmayı seven herkes köşe yazarlığı yapabilir. Köşe yazarı herhangi bir konuda yorum yaparken taraf tutabilir ve hatta taraf olmasında ve bunu açıkça yazmasında hiç bir mahsur yoktur bence. Çünkü köşe yazarının işi yorum yapmaktır. Beğenirsiniz beğenmezsiniz. İstediğini destekler, istediğini eleştirir.

Köşe yazısı yazıyorsanız eğer, yazılarınıza yapılan olumlu olumsuz her türlü yoruma hazır olmak zorundasınız. Tabi ki bu yorumlar kişilik haklarını zedelemediği, küfür ihtiva etmediği ve saygı sınırlarını aşmadığı sürece sorun yok.

Şahsen yapılan iyi şeyleri duyurmak hem de yapılmayan veya eksik kalan konuları kamuoyunun ve ilgili birimlerin dikkatlerine sunmak üzere çaba gösteren bir insanım. İşlerine gelmeyenler, görevlerini yapmayanlar doğal olarak köşemize konuk oldukları için bizi sevmezler. Hiç de önemli değil, seven de sağ olsun sevmeyen de. Önemli olan bu kişilerin kendi vicdanları ile hesaplaşmaları…

Önceki gün kaleme aldığım “Odalar Ne İşe Yarar” başlıklı yazımla Muş’taki odaların ticari hayatta biraz daha gayretli olmalarının memleketin menfaatine olacağını ifade etmiştim. Fakat ne hikmetse ilgili oda temsilcileri, “Biz gazetecileri yol arkadaşlarımız olarak görüyoruz. Zaman zaman bize yapılan eleştirilerden ders alıyoruz. Kasıtlı olmadığı sürece yapılan yorumlar bize yol gösteriyor. Buyrun bir çayımızı için, size yaptığımız ve yapmaya çalıştığımız işler hakkında detaylı bilgi aktaralım okuyucularınızla paylaşın lütfen” ifadelerini kullanırken, yırtık dondan çıkan sözde meslektaşımız ve arkadaşımız asli görevinin yalakalık olduğunu bir anda hatırladı.  Fakat gel gör ki yırtık dondan fırlayan ve gazetecilik ile köşe yazarlığının henüz ne olduğunu bile bilmeyen kralının soytarısı hemen saldırı pozisyonuna geçti. İşin enteresan yanı dün abi diye hitap ederken bugün hatırladığı görevi icabı saygı çerçevesinin sınırlarını aşarak işi terbiyesizliğe kadar götürdü.

Seviyesizliği, kibirli ve ukala tutumuyla tanıdığınız bu sözde gazeteci müsveddesi, süslü kelimelerle kralına soytarılık yapmaya çalışırken bile çokbilmişlik taslamayı da ihmal etmiyor.

Bu ve bunun gibilerin aslında suçu yok, yapabilecekleri başka bir şey yok çünkü. Yalakalık yapmazlarsa, bu işi yapamazlar zaten. Yaşayamazlar…

Eminim şimdi kral da soytarısına yazdırdığı yazıyı okuyup göbeğini kaşıyordur.

Konu yalakalık olunca aklıma geldi. Malum, padişah ve patlıcan hikâyesi. Unutmuş olmalısınız diye, hatırlatmak istedim.

Padişaha musakka yapmışlar. “Şu patlıcan ne lezzetli sebze!” demiş padişah. Dalkavuğu atılmış hemen, “Ağzınızın tadını biliyorsunuz sultanım. Patlıcan öyle lezizdir ki, kırk çeşit yemeği olur, tatlısı olur, turşusu olur, insan yemeye doyamaz,  parmaklarınızı yer, üstelik vitamin deposudur!” demiş.

Ertesi gün, padişaha karnıyarık yapmışlar, “Şu patlıcan ne lezzetli sebze” demiş yine.

Dalkavuk balıklama atlamış; “Keramet buyurdunuz sayın sultanım, şu karnıyarığı icat edenin mekanı cennet olsun!”

Daha ertesi gün. Padişaha imambayıldı yapmışlar. Aksi gibi, padişah da o gün tersinden kalkmış, suratı bir karış, köpürüyor. “Yeter be!” diye kükremiş; “Her gün patlıcan, ne bu böyle? Kaldırın şunu sofradan, gözüm görmesin!”

Dalkavuk atlamış;  “Haklısınız sayın sultanım! Hergün patlıcan da yenmez ki. Ne tadı var, ne lezzeti, bunu yapanların damak zevki sıfır. Bırakın yemeyi, adını bile duymaktan nefret ediyorum, bence patlıcan yetiştirmeyi yasaklamalı…” demiş.

Sofra toplanıp padişah ayrıldıktan sonra, aşçılar dalkavuğun yakasına yapışmışlar, “Ulan utanmıyor musun ve sen değil miydin patlıcanı göklere çıkartan, methiyeler düzen!”

Dalkavukta verilecek cevap hazır; “Ben padişahın dalkavuğuyum, patlıcanın değil” demiş.