DİLAVER CEBECİ’Yİ ANMAK…
Bedrettin KELEŞTİMUR
“Baş koymuşum Türkiye’min yoluna
Düzlüğüne, yokuşuna ölürüm,
Asırlardır kır atımı suladım,
Irmağının akışına ölürüm.”
Kâh Alperen, kâh derviş gönüllü, Türkiye’m Şiirinin yazarı Dilaver Cebecinin aramızdan ayrılışının; (D. 1943- Ö. 28 Mayıs 2008) 17 yılında rahmetle, minnetle, şükranla hatıralarını yâd ediyoruz.
“Baş koymuşum Türkiye’min yoluna…” bu eseri yorumlarken Dilaver Cebeci için sözümüz, vatan aşkının doruklarında söz ehli, hal ehli bir derviş gazinin ‘gönül dünyasında gezinmedir’
Bizler, rahmet Mekân Dilaver Cebeciyle, 1970’li yıllardan itibaren ‘kalemiyle tanış olduk…’
“Devlet, Töre, Türk Edebiyatı, Türk Yurdu, Güney-Su- Ortadoğu, Hergün, Yeni Düşünce, Türkiye Dergi ve Gazeteleri…” kendilerinin kalem ve de kelâm dünyasındaki haritasıdır… Bütün bu gazete ve dergiler, bizlerinde o yıllarda müdavimi olduğumuz gönül mahfilleriydi. . Dilaver Beyimizin şiirlerini, edebi yazılarını büyük bir zevkle okurduk… O bir, “şair, yazar, ilahiyatçı, akademisyen kimliğinin de ötesinde” tebessüm eden bir iman ve ihlas iklimine sahiptiler.
“Edep Yahu!” diyebilen vakarlı bir duruşu vardı. “İlmiyle amel etmek…” temel felsefeleriydi. O sebepledir ki, sevildi, sayıldı, gönül dünyamızda yerleri ‘doruklarda oldu’
Dilaver Cebeciyle ilk buluşmamız, 1990’lı yıllarda; İstanbul’da, Süleymaniye Külliyesinde yer alan, “Darüzziyafede…” oldu. Darüzziyafede, “aşevi, imaret…” anlamlarına geliyor. Rahmetli Turan Yazgan Hocamızın mekânları da oradaydı… Dilaver Cebeci ile birlikte Hayrettin Nuhoğlu ve sohbet ehli insanlar…
O buluşmalarda, Yenises Dergisi Genel Yayın Müdürü Mehmet Aksoy’la da bir araya geliyorduk…
Aksoy bizlere, Yenises Dergisinin ilk sayılarını tanıtıyorlardı…
Dilaver Cebeci, o yıllarda Marmara Üniversitesinde Öğretim Üyesi… Darüzziyafede, ‘sohbet ehli insanların buluştuğu adres…’ Sohbet ve hikmet dersleri, Anadolu’nun manevi fatihi Piri Türkistan-i Ahmet Yesevi Hazretlerinden bir devasa nehirdir…
Dilaver Cebeci, 23 Eylül 2005 tarihinde Elazığ’da gerçekleştirilen; “Uluslararası Hazar Şiir Akşamlarına…” katılacaklardı. “Harput’ta Bir Gün…” isimli şiiri bu şehre en güzel hediyesi olacaktır;
“Müstezatlar, Hoyratlar sızlatırken geceyi
Geldi Harput ahengi kuşattı Sivrice’yi
Bu ahenk göç eyleyen bir kuşun ahengidir
Hasretten gönül dağlı Gakkoş ’un ahengidir
Gakkoş coşkun bir âşık, yani sevgiden serhoş
Nezaketle asalet birleşip olmuş Gakkoş”
Hazar Şiir akşamları çerçevesinde, “Dilaver Cebeci’nin Şiir Dünyası…” çok verimli geçmişti.
Dilaver Cebeci’yi bizler, “Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi” mahlası ile biliriz. Kendilerine bizler, 21.nci asrın Evliya Çelebi’si derdik… O nezih bir dil ve anlatım tarzıydı…
Merhum Dilaver Cebeci, Elazığ’da bulunduğu günlerden bir Pazar günüydü… 60’lar Sitesinde bulunan Evimize misafir almıştık… Elazığspor’un maçını birlikte seyrettik… Ve o günkü, “Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi” yazılarını, bizim evde ki, daktiloda yazacak ve gazeteye göndereceklerdi… Dilaver Cebeci’nin, Elazığ Şehrine karşı bir iç dokunuşu vardı. Ahmet Kabaklı ’ya, Destan Şairimiz Niyazi Yıldırım Genç Osmanoğlu’na; derin bir muhabbeti söz konusuydu…
Niyazi Bey’in aramızdan ayrılışlarında/ Hakk’a yürüyüşlerinde, kaleme aldıkları “…Ve Hüve’l Bâki” şiirleri hüzün yağmurudur;
“Ağdı ta göklere niyâzım gitti!
Yıldırımlar düştü, Niyazi’m gitti
Hâlim, İstikbâlim ve mâzim gitti!
Agâh ol İstanbul, uyan ey şehir!
Allah Kadîm, Allah Bâki, Allah bir.”
Dilaver Cebeci’nin her eseri, ‘edebi bir kimliğe’ sahiptir. “Hun Aşkı, Mavi Türkü, Büyü, Şafağa Çekilenler, Devranname ve Sığınırım İçime, Sitare, Asra Yemin Olsun ki, Türk’e Dair”
Dilaver Cebeci’nin eserlerinde, ‘yiğitlik ve güzellik’ adına ne varsa görebilirsiniz…
Dilaver ismi sözlükte, “Yiğit, yürekli” anlamlarına geliyor… Ne diyoruz, “ismi ile müsemma olan” bir şahsiyet! “Hun Aşkı” isimli eserinin önsözünde şair, “Gelin bizim mavi denizlerimiz…
Hürriyet türküleri dinleyerek büyüyen çocuklar ve Deliormanlı Pehlivanlar aşkına gelin…
Biz günde beş kere Tanrı’nın huzurunda uzak kıyıları söylüyoruz.
Atlas yelkenli gemilerle gelin, gelin ey mavi denizlerimiz!”
Renkler senfonisinde Dilaver Cebeci’de, ‘Mavi’ ruhunda taşıdığı coşkudur…
İç derinliğidir! İçinde esen fırtınalardır…
Dilaver Cebeci’de, “Türk’ün Aşkını” yaşarsınız…
“Hilallerin ardı sıra,
Denizleri yara yara,
Şam’a, Kerkük’e, Mısır’a,
Türk ve Turan yazacağım.
Ozanların dillerine,
Arabistan çöllerine,
Şol Viyana yollarına,
Türk ve Turan yazacağım
Gök Hazer’e, Kaf Dağı’na,
Orduların sancağına,
Türk’ün gerçek toprağına,
Türk ve Turan yazacağım,”
O aşk, ‘fütuhat aşkıdır’ O aşkta, ‘hürriyet şarkılarını’ dinlersiniz. O aşk sizlere, ‘huzuru çimlendirir’
O aşkta, “Ulu’l Emr” vardır. O aşkta, ‘coğrafyanın dilini’ konuşursunuz…
Üç kıtayı birbirine yaklaştıran o şanlı fütuhatın ‘damarları, kökleri…’ Anadolu’dadır. Tarihe, geleceğe o köklerle tekrar sürgün vererek yürüyeceğim…
Bu benim inancımdır… Şefkatin, merhametin kalp atışlarını Anadolu’da dinledik… O bizleri yüreklendiren ulu bir sevdamızdı… O sevda bu millete görevler yüklüyordu…
Cihana, nizam/düzen verecek görevler; “Baş koyduğumuz, Türkiye’nin Yolu…”
Cihanşümul bir yolculuğun adıdır!
O yolculuğa, ‘Hoyratlar’ yazar…
“Kırıkkale’m, Kırıkkale’m
Kâğıt yırtık, kırık kalem
Türk’ün boynu bükük ama
Umut sende Kırıkkale’m”
“Mühürler, mühürler
Ay-yıldızlı mühürler,
Cenge girse Türkoğlu,
Kıtaları mühürler.”
Kelkit Vadisinden, Fırat’ın sularına karışan nağmelerim, Harput’ta, ‘Hoyratlarıma’ ses verir…
O yürekli seste, Dilaver Cebeci’yi dinleriz… Gönül muhabbetlerimizle
“Yirmi birinci yüzyıla beş kala,
Süleymaniye sokaklarında avare geziyorum
İnsanlar tanıdık gibi bakıyorlar yüzüme,
İçlerinden geçeni seziyorum
Sultan Süleyman’dan kalma bir hüzünlü akşam
Sessizce okşuyor gururlu kubbeleri”
Kubbeler, içime doğan ışık gibidir… Bizlerdeki gönül yangınlarının sebebidir.
Dilaver Beyi anlatmak, onun gönül dünyasına dokunabildiğiniz ölçüde his yağmurlarında ancak ıslanabilirsiniz… Selam ve Muhabbetle efendim…