ESAT KABAKLI’YI AĞIRLIYORUZ
Bedrettin KELEŞTİMUR
28.ci Uluslararası Hazar Şiir Akşamlarında, “Altaylardan Hazar’a…” kutlu bir yolculuk yapacağız.
O yolculukta, , “Kutadgu Bilig’in yazarı ve yaşadığı asrının yol göstericisi Bilgesi Yusuf Has Hacib’e saygı…” O saygıda veya o tema da, “bilgelik, adalet ve erdem kavramları…” ile birlikte hemhal olacağız. Sazımız, sözümüz, sohbetimiz Harput’un eteklerinden itibaren uzanan Fırat Vadisinde, ‘Hoyrat Esintisi…’ olarak çağlayacak. Şiir dünyasının elezberi, ‘Küçük Hazar’da durulacak…’ Ses ve Söz, ay ve yıldız gibi ışıl ışıl gönüllere akacaktır.
Uluslararası Hazar Şiir Akşamlarının ilk gününde, ‘Ahmet Tevfik Ozan Fuar ve Kongre Merkezi’nde’ Elâzığ Şehrinin “Şehriyâr’ı, Esat Kabaklı…” sazı elinde kürsüye gelecekler… Gönül tellerini titretecekler. Esat Kabaklı için yazdığımız bir şiirimizde şöyle diyoruz;
“Göllübağ’ın gönlünü aldın gittin
Sazınla vatanı yar ettin bize
Harput’un şehriyarı oldun gittin
Dede’m Korkut'ça nazar ettin bize
Şakıyan vatandır, yürekten dinle
Türkü yakar bize, Esat’tan dinle
Ses bayrağımızı, rüzgârla dinle
Kutlu sevdayı gülzar ettin bize”
Asırları kuşatan kutlu bir sevdadan söz ediyoruz. “Altaylardan Küçük Hazar’a…” dedik. Atayurt’umuzda, “Ozan’ın elinde Kopuz…” vardı. Bu tarihi çalgımıza, ‘Komus da…’ deniyordu. Bağlamanın atasıdır. Belki de, İlk Türk Şairimiz; “Aprın Çor Tigin’di…”
Anadolu’nun ilk Şairi, “Yunus Emre’dir…” Bizler, feyzimizi Âşık Yunus’tan aldık. O bizlerin/ bu milletin Türkçe muallimidir… Türkmen bir derviş olan Yunus Emre’nin yol arkadaşları bugün aramızdalar… Esat Kabaklı’da, bizler sazıyla, sözüyle, duruşuyla, tavrıyla bir, “Türkmen Dervişinin asrımıza akseden edasını/ veya sedasını görmekteyiz…”
“Bilge Tonyukuk…” bizlerin nazarında, “adı ile bilinen ilk Türk yazar, tarihçi ve devlet adamıdır!” Pir-i Türkistanî Ahmet Yesevi’ den, ‘hikmet dersleri aldık…’ Asrımızın aksaçlı bilgelerinden o dersleri almaya inşallah devam ediyoruz.
İşte, Esat Kabaklı kardeşimiz de, ‘sazı elinde…’ eserleriyle gönül dünyamızı, ‘sesiyle, sözüyle, sohbetiyle edasıyla dolaşan…’ asrımızın yaşayan, “Aprın Çor Tigin’i dir…”
Esat Kabaklı, AA ile yaptığı bir söyleşide şu ifadeleri kullanırlar; Türküler, bir milletin, doğumundan ölümüne kadar her şeyini anlatan, dilini, kültürünü, yöresinin adetlerini ce içinde bulunduğu halk verimleridir.”
Esat Kabaklı eserlerinde Kâh Dedem Korkuttur, Kâh bir Aksaçlıdır, Kâh bir Bilgedir… Malazgirt’ten Çanakkale’ye bizleri götüren yürekli bir ses, bir nefestir…
Sarıkamış’ı, Kafkasları, Karabağ’ı, Türk’ün Atayurt’unu, onda doyasıya yaşarız!
Şehriyar’ı bizler o meşhur; “Haydar Baba’ya Selam” şiiriyle biliriz; Harput Göllübağ’dan Vatan Coğrafyamıza; Gönül Coğrafyamıza yürüyen bir ses… İşte o ses, bizim sesimiz; bizim Şehriyarımız…
“Yeter Şehriyar’ım, bu kadar yeter
Günden güne derdim katlanır, artar,
Tutsak olan daha kaç Türkler var! …
Kafkasya, Türkistan, Kerkük, Rumeli
Tutsak Türk, fakat hepsi Türkmen”
Esat Kabaklı bir sanatkâr olduğu kadar da, ‘eserleriyle öğreticidir’
Bu coğrafyanın ender yetişen muallimleri arasında haklı olduğu yeri almıştır.
Esat Kabaklı’nın 50. Yıl anısına çıkartmış bulunduğu albümün ismi; “Bil Oğlum/ Bu vatan Bölünmez/ Bu Bayrak İnmez!” türküsünde, ‘geleceğe olan ahdimiz vardır…’ Asırları kuşatıcı bir sevda yürüyüşümüz vardır. İşte, bu şehrin, bu coğrafyanın sesi olmak/ yüreği olmak her babayiğidin karı değildir. “Bil Oğlum!” dinlerken, derinliğine hadiseleri tefekkür ederim;
“Gün gidende, ay gelende gel oğlum
Cihan yanar sen gülende gül oğlum
Bir yol vardır, Hakk yoludur bul oğlum
Yeri bilmek göğü bilmek bil oğlum!”
Esat Kabaklı’nın o gür ve tok sesinde yankılanan;
“Zemin kan kırmızı ay yıldızı ak
O mübarek bayrak işte bu bayrak!”
Gençlerimize, ‘bayrak tarifini hafızalarına nakşetmişlerdir’
O tarif te, Alparslan, Ulubatlı, Çanakkale gözler önüne gelir… Şehadetin kokusunu alırsınız!
Çanakkale Bugün Toz ile Duman Yorumunda;
“Burada son söz Türk’ün sözü olacak!
Nefer şehit, ordu gazi olacak!”
Çanakkale’de, bu millet kıyamdadır… Kıyamete kadar da, ‘âleme ders olacaktır’
Esat Kabaklı’nın bir yüzü her zaman doğduğu şehre yönelir. Bu vesileyle de, Elâzığ Şehrini en iyi tanıtan bir isim/ bir ses deryamızdır…
“Yol Yemez!” bu şehrin ‘dürüstlüğü’ ile ön plana çıkan kültürüdür…
“Yol Yemez
Yol yemez yol yemez
Elaziz ’de bir dayı var yol yemez
Derdemez derdemez
Kendine dayı der Nazmi yol yemez”
Esat Kabaklı, “Sözleriyle doğduğu toprakları, de Ata Yurdun da, Sıla-ı Rahim Yapar!”
“Bir Mucize Olsaydı!” eserinde kendimizi buluruz;
“Bir mucize olaydı kırk yıl geri gideydim
Anamın yazmasını çekiştirip dideydim
Sabah namazından sonra dedem bize geleydi
Bana öğüt vereydi, bir de beni seveydi”
Özlemlerimize devam edelim;
“Hasret kaldım ben babamın yüzüne
Doya doya bakamadım ben gözüne
Kıymet vermediler doğru sözüme hey
Çektiğim acıya dayanmaz yüreğim
Babasız kalan adama zor mu gelir
Anasız kalan adama zor mu gelir!”
Esat Kabaklı bizlere, ‘geçmişe olan özlemimizi’ dillendirir.
Bizler Esat Kabaklı’dan, “bu milletin tarihini, kültürünü, örfünü, bilumum erdemliklerini dinleriz.
Onun sazıyla da, sözüyle de, duruşuyla da, ‘kutlu bir sefere…’ çıkarız.
Kırım, Kerkük, Karabağ, Türk diyarları onda dile gelir…
Bu arada naçizane bir teklifimiz de olacak, ‘sazıyla, sözüyle, sohbetiyle, edasıyla bu milletin efsaneleşen bir ismi halene gelen, “Esat Kabaklı ‘ya F.Ü. Fahri Doktora Unvanı…” vermelidir.
28.nci, Uluslararası Hazar Şiir Akşamlarında, Esat Kabaklı’yı büyük bir zevkle, huzur ve gönül rahatlığı içerisinde ‘her sözünü tefekkür ederek’ dinleyeceğiz. Burada hemen musikimizin yaşayan usta ismi Mehmet Özbek’in bir sözünü de hatırlatalım; “Harput musikisi bir ibadet musikisidir. Harput’lu, kendi musikisini icra ederken ya da dinlerken Tanrı huzurundadır, vecd halindedir sanki. Şu dörtlüğü düşünerek okuyalım; Gülde seni/ Kokladım gülde seni/ Gözlerin menevşedir/ Yanağın gül deseni”
Esat Kabaklı’yı, besleyen damar elbette ki, Harput’tur. İlim ve sanat muhitine dönüşen münevver insanları buluşturan tarihin efsanevi şehri, Harput’tur.
Harput dokuz asrı bulan fetih tarihimizde, Kafkaslara da yakın, Basra’ya da yakın, İstanbul ve Balkanlara ’da yakın bir ilim ve sanat muhiti olarak da sürekli anılacaktır. Fuzuli’nin eserlerinin, Nedim’in eserlerinin Harput’ta icrası bu tarihi zenginliğin önemli bir ibresidir.
Harput’tan, Fırat boylarına doğru akan bir, “Hoyrat esintisi…” vardır. O esinti kâh Harput’ta “kürsübaşı’nda” kâh Urfa’da “sıra gecesi’nde” kâh Kerkük’te, “çayhane bucağı’nda” asırlarca türkülerimiz söylenir. O nağmelerde “birleştirici, kaynaştırıcı ve uzlaştırıcı bir ritim” vardır. O ritmin havasında, Azerbaycan’a, Özbekistan’a, Kazakistan’a kadar uzanan, ‘gönül dilimizin hoş sedası…’ yankılanır.
Diyarbakır’dan Celal Güzelses ’den, Elâzığ’dan Enver- Paşa Demirbağ Kardeşlerden de, Şanlıurfa’dan Mehmet Özbek’ten de; “O hoş seda yankılanır!” Bu seda, milli hassasiyetimizin “hoş sedası” olarak kabul gören ve ‘asırlardan süzülerek gelen musikimizdir’
Yahya Kemal, bizleri ve musiki dünyamızı o kadar güzel tarif ediyorlar ki,
“Çok insan anlayamaz eski musikimizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden”
“Bizim musikimiz, her makamda bir ayrı hoyrattır/ Her makamda dertli gönlümüze hayrattır
Bizim musikimiz, Hz. Davut’tan almış ilhamı,/ Yetmiş bin âlemle paylaşır gamını, sevincini…”
Dilaver Cebeci, “Harput’ta bir Gün” isimli şiirinde;
“Müstezatlar, Hoyratlar sızlatırken geceyi,
Geldi Harput ahengi kuşattı Sivrice’yi
Bu ahenk göç eyleyen bir kuşun ahengidir
Hasretten gönül dağlı Gakkoş’un ahengidir
Gakkoş coşkun bir âşık, yani sevgiden serhoş”
Nezaketle asalet birleşip olmuş Gakkoş”
Bu şiirin derinliğinde, tarihi bir coşkuyu hissedersiniz.
Yahya Kemal,
“Musikimizle bir taraftan dîn
Bir taraftan bütün hayât akmış;
Her taraftan Boğaz, o şehrâyîn.
Mâvi Tunca’yla gür Fırat akmış.
Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,
Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,
Bize benzer o kâinat akmış.”
Harput’ta müthiş bir musiki iklimine şahit olabiliyoruz. Bir milletin irfan kültürüne nesilden nesile taşıyan muhteşem bir musiki tarzıyla iklimiyle donatılmış…
O iklimin, mümtaz şahsiyeti, Esat Kabaklı ’ya bir daha merhaba diyoruz.