NEHİRLER
Nehirler, insandaki atar damarlar gibi yeryüzündeki yaşamın şah damarlarıdır. Denizler de elbette bin bir mahlukun hayat bulduğu büyük bir habitattır ama nehirlerin özellikle insanların hayat döngüsündeki yerini tutamaz.
Dünyanın en büyük nehri olarak kabul edilen Latin Amerika’daki Amazon Nehri, aynı zamanda Amazon Ormanlarının şah damarıdır ve Dünya’nın akciğerleri olarak kabul edilir.
Batının asırlarca sömürüp, kemirdiği Afrika’nın bereketli delta ve ovalarına da hayat veren Nil Nehri değil de nedir?
Asya’da ise Ganj (kutsal Ganj) verimli Hindistan topraklarının, Sarı Nehir ise Koca Çin Devletinin yaşam kaynaklarıdır.
Yine Dünya’nın belli başlı nehirleri olan Kuzey Amerika’daki Missisipi, “Amerikan rüyasının” Ren ve Tuna nehirleri de Avrupa’nın bir başka gelişmişlik payandasıdırlar.
Ama bunların içinde iki nehir var ki nerdeyse Ortadoğu’nun kadim tarihine adeta şekil veren ve günümüze kadar süren savaşların bizzat sebebi olan Dicle ve Fırat nehirleridir. Hala içinde döne döne akan ve kıyısında yaşayanlara hayat veren bu iki nehir belki de yeryüzündeki ilk uygarlığın merkezi olmuştular.
Malazgirt’te, Murat nehri, Tutak ilçesinin yönünden ilk olarak Badişan ovasına girince bir elin parmakları gibi açılarak bütün ovaya yayılır. Patnos’tan gelen Badişan, Karaçoban tarafından gelen Heftrenk Çayları ile birleşip Bulanık Ovasından Muş’a daha geniş bir yatakla akarak bereketli Muş Ovasında Karasu adını alarak Bingöl’e doğru yönelir. Daha sonra Elazığ yakınlarında sanırım Munzur’u da yanına alarak Erzincan’dan gelen Fırat ile birleşerek coşku ile Malatya’ya, oradan da kavis alarak Adıyaman, Urfa ve Suriye’ye doğru akarak yurdumuzu terk eder.
Fakat son yıllarda yapılan bilinçsiz sulamalardan Badişan Çayı yaz ortasında kurumaktadır. Murat Nehri de sanırım diğer kollarıyla yıldan yıla zayıflanmakta ve bu gidişle onarılması zor bir tahribata neden olacak gibi gözüküyor.
Dünya’nın belli başlı nehirleri de daha tehlikeli olan fabrika artıkları ile zehirlenip akarsu olmaktan çıkmak üzereler. Allah korusun bir gün nehirler kurudu mu hayatın da her alanda kuruduğunu göreceğiz.
Sözlerimi, bir zamanlar hayalimde canlı tuttuğum bir şiirim ile noktalıyorum.
Dicle Nem Olur
Bir yerinden kalkar seceresi
Ne bileyim pek hafızası
El vermez aklımın
Geldiğini bilirim
Kızıl kıyamettir yatağı
Üşür derindir ayakları
Komegena ülkesinde
Akar eşi
Kıyıları kavuşmalar mahşeri
Suçüstü binlerce yıllık
Sevdalıdır her bir çakıl taşı
Örtüşük hasretli çalılıdır
Yanı başında mezar taşları
“mem u zin”
Kavisli dolanır
İçilir
Emilir
Öpülür
Eteklerinden tutulur
Ölünür…ölünür…
Dicle annem olur!
Kollarında ateş ve su
Serin saçları akar yüzünde
Kum ve saçlar
Yosun ve gözler
Hasret ve kavuşmalar
Özlenir
Gidilir
Öpülür
Ellerinden tutulur
Yatağına yatılır
Ölünür…ölünür
Dicle yârim olur!
Yıldızı yüzünde ender görülür
Yakamozu hüzünlüdür sırtı dönük
Zaten akşamları ölüm seğirir
Kül ve kan
İzmarit ve ekmek
Kurşun ve hayat
Bir dünya acı
Tek başına vurulmuş kelekwanı
Kıyısında henüz bir ölüm
Dicle ülkem olur!
“MÜMKÜN” adlı şiir kitabımdan 2006